Nerde kalmıştık..
Hmmm geçen sene ki Kalmar Ironman’imden sonra yazmıştım yazımı en son.
Sıra galiba ikici tur yazıya gelmiş:)
Kalmar’ın ardından içimden hiç geçmemişti bir daha bir
yarışa yazılmak. Sonra yavaş yavaş virüs içimde ilerlemeye başladı. Ve aklıma
gelen yarış tabii ki herkesin yazıldığı Avusturya olmuştu. Hiç unutmadığım bir
an; bu yarışla ilgili şaka yaparken Kemer’de bisiklete biniyorduk. Ofluoğlu’nda
sanki 150km bisiklete binmişçesine yemek yedikten sonra Barkın’ın Avusturya’ya
sıcak baktığını anladım. Yine olaya Barkın ile başladım. Olay bir Pazar
kahvaltısında Pınar’ı ikna etmekle geçti derken yarışma ekibimiz Yamaç,
Alirıza, Pınar ve Barkın olarak ortaya çıktı.
Bu seneki macera içerisinde çok ama çok farklı anılar yer
aldı. Ama genel olarak anımsadığım genel bir hastalık haliydi. 20 Aralık’ta
nişanımızın ardından yakalandığım hastalık tüm sene peşimi bırakmadı. Herhalde
İstanbul’da görmediğim doktor kalmamıştır. Tam bu sefer düzeldim derken yeniden
yakalandığım hastalıklar yüzünden motivasyonumu yukarılarda tutmakta çok güçlük
çektim. Her hastalık hem dinlenme süresi gerektiriyordu hem de aldığım
antibiyotikler yüzünden sürekli enerji seviyem yerlere düşüyordu. Pes etmeden
antrenmanlara devam etme çabam ile sürekli bünyemi zorluyordum. Bu yarışa
yazılırken tek amacım vardı 3-5 dk da olsa biraz daha iyi bir derece koşabilmek.
En başta buna çok inanmıştım. Ama artarak devam eden hastalıklarla 2 ileri 1
geri modeli beni sadece bitirmeye odaklanmaya itti. Zaman zaman yapamadığım
antrenmanlar yüzünden yarış değiştirmeyi çok istedim. Sonra herkes
antrenmanlarını bitirmiş dinlenirken, daha fazla antrenman yapmayacağımı düşünüp
yeniden yarışa odaklandım. Tabii bunun
yanısıra tüm sene düzelmeyen havalar dışarıda bisiklet yapamadan geçen günler
yüzünden de bisikletime olan güvenim de sarsılmıştı. Ha bir de senenin son 3-4
ayı artarak çoğalan hampstring ağrıları ve yarış sonrası konulan bursit tanısı
ile hayatım her anlamda zorlaşmıştı. Bermuda şeytan üçgeni gibiydi: 1)
sinüzitsel hastalıklar 2) bir türlü düzelemeyen havalar 3) bacağımdaki
sakatlıklar. Kendimi up tutmakta çok zorlandığım bir sene olduğunu itiraf
etmeliyim.
Sezonun ilk yarışı Dubai Challenge’dı. Yarışa yazıldık
gittik ve giremeden döndük. Bu sefer hem Aliriza hastaydı hem de ben. Tam yarışa
gitmeden önce sinüzit teşhisi kondu, yaklaşık 3 şişe serum yiyerek gittim ama
sonuç elde var sıfır. Yarışamadan döndük:( Büyük hüsran. Ardından Mersinde Taşucu’nda bir yarışımız vardı. Şaka gibi yine
deli gibi bir fırtına ve rüzgar ile yarıştık. Ama bu sefer bitti:)
Yarışın ardından St
Polten 70.3’e 3 kala korkunç bir sinüzit dalgasıyla yeniden karşı karşıya
kaldım. Bu sefer bacağımdaki tedavilerde başlamıştı. Fizik tedaviye gittiğim
kişi bana uzun mesafe çıkaramazsın dedi. Kendimi artık Avusturya’da full
yapamayacağıma inandırmaya başladım. Sert başladığını düşündüğüm antrenmanlarım
gitgide daha az sert modda geçmeye başladı. Başlarda çok güzel başlayan yüzme
antrenmanlarımda hastalıklar sebebiyle geri kalmalar, havuza girememeler çok
sık yaşadım. Daha fazla yüzme yapmam gerekirken maalesef ortalama haftada 1-2
kere yüzebiliyordum. Ha bir de uykudan fedakarlık etmem gereken bu sene artık
vücudum uykusuzluğu da kaldırmıyordu. Hayat hep bir inanışla güzel elbette. Hep
daha iyisi olacak havalar sıcak olacak ben iyileşecem ve hastalanmıycam derken
baktım ki hiçbir şey iyiye gitmiyor. Yani öyle şaka gibi bir seneydi ki
vücudumun iyileşmek için güneşe ihtiyacı var biliyordum. Dubai’deki yarış bunun
için bir olanaktı. Oraya hem hasta gitmek hem de orda da fırtınayla karşılaşmak
artık yeter dedirtecek derecede can sıkıcıydı. En son St Polten’de tamam artık
bir daha yarışa gitmeyeceğim çok zorlandım demiştim.. Enteresandır bu sene 2-3
kere bir aksilik daha olursa Avusturya IM’e gitmeyeceğim diye totem yapmıştım.
Örnek Kıbrıs’ta yüzbinkoş’un kampına gidiyoruz ama Alirıza evde nüfusunu
unutuyor, tam onu hallettik diyoruz varıyoruz ve hava sıcak işte hastalıklardan
kurtulmak için muhteşem bir hava diyorum ve pedalımı yamuk takmayı başarıp yarı
yolda kalıyorum pedal yalama olduğu için ve herkesin 6 saat bisiklete bindiği
günde ben 70.km’de eve araba çağırıp dönmek zorunda kalıyorum.
Sebat ettim
galiba. Pişman mıyım? Hayır değilim ama yarışta daha iyi yapabilmiş olmayı çok
isterdim. Sadece bitirmeye odaklanmış olmak da sonunda beni mutlu etmedi
sanırım. Ama olsun yapmış olmaktan yana çok ama çok mutluyum.
Evet yarışa vardık.
Hala kafamda acaba yarışmasam mı
düşünceleri, iyi hazırlanamadım eyvah ne olacak korkuları var. Eeee tüm seneki
aksilikler beni bırakmamakta hala çok ısrarlı. Bisiklet çantasını bir açıyoruz
kulakçık kırık. Muhteşem bir an daha yaşanıyor benim için. Yarışa giderken
eyvah yarışmasam mı diyen ben bu sefer yarışamayacağım için stres oluyorum.
Stres diz boyu çünkü herhangi bir aksilikten ötürü yarışamıyor olmak
istemiyorum. Aliriza ve Barkın geçici bir çözüm yapıyorlar ama yarışta lastik
patlaması halinde benim onu o şekle getirmem imkansız. Zaten bu tarz bir
çözümle yarışmak da istemiyorum, işte herşey tam olacak düşüncesi, mesleki
hastalık mükemmeliyetçilik. Bu kulakçık
denen illet ise her markada yıla göre bile değişen bir şeymiş. Barkın yedek
alın diye çok söylemişti Abu Dhabi yarışından sonra hatta link yollamıştı. Ama
tabii kafa kalın olunca dinlememişim:) Bir anda ben ümitsizliğe kapılmış bir şekilde gecenin köründe Burcu ile
yazışırken bana bir foto yolluyor acaba seninkine uyar mı diye. Burcuda da Trek
var ve yanında yedek var. O gece yatıyorum ve sabah olsun da hemen bisikletçiye
gösterelim diye içimde bir heyecanla uyuyorum. Ve evet sabah Berry kulakçığı
Expo’ya ulaştırıyor ve kulakçık uyuyor. Artık önümde çok da bir engel kalmadı.
Yarışmaktan öte ve Burcu yarış meleğim olmuştu. Her şey çözüldükten sonra bisikleti
denedim ve gölde bir yüzme denemesi yaptım, çok güzeldi. Aynı gün parkuru
gezmeye çıkıyordu Pınarlar arabayla.
Ben görmek istemediğimi söyleyip bisiklet
etabı ile ilgili sürprizleri yarışa bırakmayı seçtim. Sanırım da iyi yapmışım,
hakikaten sürpriz oldu:)
Sanırım yarış öncesinde yaşadığım streslerden ötürü, yarışa
başlarken bu sefer çok heyecanlanmadım. Yarışa başlarken Burcu, Pınar, ve
bendik. Burcu bizden ayrıldı çünkü o önlerde başlayacaktı. Bense tam
arkalarda değilim ortalardayım ve Pınar ile elele denizin içinde yürüyoruz.
Pınar’ın hiç heyecanlı olmasını beklemezken bir anda heyecanlı olduğunu
hissediyorum. Her zaman tek heyecanlının kendim olduğunu düşünürüm ama o an
tekrar anlıyorum herkesin heyecanlı olduğunu. Ne kadar işe yaradı bilmiyorum ama
kendimce Pınar’ı teselli edecek şekilde en iyi olduğun kategorilerden
birindesin merak etme diyorum ve ayrılıyoruz. Ondan sonrası tamamen yalnızım.
Yine yavaşlığımı atamıyorum ilk 1000 metre. Nedense çok tutuk gittim. Arkadan
gelen farklı renkli bonelilerden anlıyorum yavaşlığımı. Halbuki daha iyi gidebilirdim. O kadar kişi
içinde yalnız kaldığımı ve cut off’a kaldığımı hissettiğim çok oldu. Birkaç
sebep var sanırım. Avusturya’da tempo daha yüksekti herkes sanki daha hızlıydı.
Güneşten dolayı bir türlü kerteriz aldığım yeri göremeyip fena sapmışım 3800lük
parkuru 4200 gibi yüzmüşüm, tabii bu bana inanılmaz uzun geldi. Etraftaki insan
sayısı azaldıkça eyvah cut off diye kendime yüklendiğim vakitler oldu. Sonra
çıktım baktım ki geçen sene ile aynı derece. Bu sene derecelerim çok daha
iyiydi. Demek ki gerçekten normalden yavaş yüzdüğüm için bana yavaş geldi. Ve
de 400 metre fazladan yüzdüğüm için.
Ve geldik bisiklete. İlk bisiklete çıkış anım enteresan.
Avusturya’ya vardığım andan itibaren bacaklarım sanki ilk kez squat yapmışım
gibi acıyordu. Stresten diyordum. Ama bisiklete çıktım ve aynı acı 10-15km
bırakmadı peşimi. Yüklenemedim ilk km’lerde. Hemen yine kurtarıcım advile
başvurdum. 3 tane advil ile toparladım.
Bacaklarım açılmıştı ama o yokuşlar neydi. Hani yokuş yoktu bir iki gün önce tur yapan arkadaşlarıma soruyordum içimden tatlı tatlı:) İlk turun sonunda Nazlı’yı gördüm çok büyük motivasyon oldu bana. İkinci tur rüzgar olmasına rağmen daha güzel geçti mental ve güç olarak. Yarıştan önceki akşam Dilek ile konuştuğumda bana sakın bırakmayı düşünme demişti. (St Polten’de nedenini bilmediğim bir şekilde yarışı bırakmayı istediğimi biliyordu ve mental olarak da performans olarak da etkilendiğimi de biliyordu. Hayatımda hiçbir işi yarım bırakmadım ama ilk kez bırakmayı seçmek istemiştim St Polten’de ve kalmanın ne kadar zorlu bir savaş olduğunu anlamıştım.) Bir kere insanın aklına o düşünce girince zaten mümkünatı yok toparlayamıyor.
O nedenle hep pozitif düşündüğüm bir yarış oldu. Derecemden hiç memnun değildim ama bisiklet etabı bitmişti. Yine bisiklet ve koşu arasında bir minik beyaz peynirli sandviçimi yedim ve 3-5 yudum ayranımı içtim. Ağzımdaki iğrenç jel tadı gitmişti hazırdım. Evet koşuda ne olacak korkusu vardı içimde. Bacağım 10-15km dayanıyordu ağrısız sonra ağrılar başlıyordu. Ve tabii ki öyle oldu ama yine 3 adet advili almayı ihmal etmedim.
Koşuda en önce kimi gördüm hiç hatırlamıyorum ama birilerini gördükçe mutlu oluyordum. Ha yok hatırladım bitirmeye yakın Önder’i görmüştüm çok iyi koşuyordu. Sonra sanırım Pınar sonra da AliRiza (ARB) ve Can. ARB ve Can’ı görmeden geçip gitmişim onlar beni durdurdu ama onlar yürüyordu. Aramızda 20km vardı. Ama yürüyorlardı. Aliriza iyi değildi. Ben de yürüyeyim dedim. Hayır git dedi. İstemeyerek de olsa ayrıldım yanlarından. Geri kalan tüm yarış boyunca nasıl bitecek, bitmiyor, bacağım ağrıyor dur, yok ağrıya odaklanmalı, hayır dur biraz ovala düşünceleriyle geçti. Yarışın ortalarında Can’ı gördüm, Aliriza’nın revire gidip yarışı bıraktığını söyledi. It was such a split second, direk parkurdan çıkmak ve yanına gitmek istedim. Can çıkma diskalifiye olursun dedi. Yamaç bakıyor dedi. Yamaç olmasa sanırım yarışı bırakmak pahasına yanına gidecektim. Ama Can’ın bana o bilgiyi vermesi her şeyi değiştirdi. Devam ettim ama kafamda hep nasıl, ne oldu, bitişte nasıl bulucam düşünceleri vardı. Tek düşüncem finishte Aliriza’yı görebilmekti. Geri kalan zaman km saymakla geçtiJ Bir ara son 4km’de Pınar’ı görüp durdurdum bir daha koşanı eşşekler kovalasın dedim:) O da hadi az kaldı diyerek beni motive etmeye çalıştı. Bu sene en iyi gelişim gösterdiğim alan koşuydu. 4:15 gibi koşacağımı düşünmüştüm hep. O kadar çok durup bacak ovaladım ki tabii biraz saptık:) Koşu boyunca yanımda ara ara koşan Yamaç ise en büyük destekçim oldu. Hele ki son 2km’de bana verdiği destek ve gaz unutulmaz. Nasıl bağırıyordu bitti Göksu bitttiiiiii hadi koş diye. Onun bağrışıyla daha da koşuyordum ama o 2km bir türlü bitmiyordu. Finishe geldiğimde hayatımda ilk kez bir yarıştan sonra ağladım. Gerçekten zorlu geçmişti benim için. Yarışın zorluğunun yanısıra Aliriza’yı o şekilde parkurda bırakmış olmak da belki beni duygusal olarak zorladı. Neyse ki mutlu son olmuştu benim için ama daha iyi hazırlık süreci geçirip daha rahat bitirmiş olmayı isterdim. Zorlandım. Ama yarışa girdiğim için çok mutlu oldum. 2. İronman’ı bitirmiş olmak çok önemliydi.
Sanırım bu seneden öğrendiğim en büyük ders bisiklet
teknikerliği konusunda biraz daha fazla çalışmam gerektiği ve her türlü zorluğa
rağmen hedefe doğru koşmayı bırakmamam gerektiği.
Tüm sene beraber antrenman yaptığım kocamla bitirmiş olamamak benim için
en büyük üzüntü oldu. But there is always next:)
Let’s see what is nextttttt?:)